8 Aralık 2018 Cumartesi

SARI YELEKLİLER: ULUSAL AMA -henüz- IRKÇI DEĞİL, SINIFSAL AMA -henüz- SOSYALİST DEĞİL.

Fransa'da Sarı Yelekliler direnişi Küresel Kapitalizmin dayatmalarına karşı bir tepkidir.
Küresel Kapitalizmin "küresel" yanınına karşı ULUSAL "Kapitalist" yanına karşı SINIFSAL bir tepki...
Ulusaldır ama 'ulusalcı" ya da 'milliyetçi", 'ırkçı' değildir.
Sınıfsaldır ama kapitalizme karşı sistem temelinde bilinçli ve köklü bir karşıtlığı yok.
Bir anlamda Emekçi Fransa Emekçi Ulusunun -henüz "kendisi için" diyemeyeceğimiz- kendiliğinden başlattığı bir isyandır.
Elbette kendimce yaptığım bu tespitlerin hepsinin başına "Henüz" kelimesini eklemek gerekir.

Eğer Fransız Solu, meselelere öteden beri olduğu gibi, şaşı bakmaya devam ederse, örneğin; "Ulusal" ve "ulusalcı" kavramlarını bir tutar, bu direnişe soğuk bakarsa  bu direnişin ulusalcı, hatta ırkçı bir çizgiye dönüşmesi işten bile değil.

Böyle bir tehlike var mı? Elbette var.
Fransız Solunun bugünkü şaşı bakışının epeyi bir geçmişi var.
2000'li yılların başında -ya da 90'ların sonunda' , Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Ticaret Bölümü Başkanı  L’Humanité’de bir yazı yazıyor.
Fransız Komünist Partisinin yayın organı olan L’Humanité’deki bu yazısında David Hartridge, Fransa'nın milli çıkarları konusunda duyarlı olanları yatıştırma görevini Fransız Komünistlerine veriyordu.
“Hizmet Ticareti Genel Anlaşması: Bir komplo yok!” başlığını taşıyan yazısında, DTÖ görüşmelerinin kötü niyetli ve büyük
sermayeye satılmış teknokratların bir komplosu olarak sunulduğunu, gerçekte GATS’ın Fransa için iyi bir haber olduğunu, çünkü Fransa'nın dünya ticaretindeki
engellerin azaltılması yönündeki gelişmeden en çok kâr eden ülkelerin başında geldiğini söyleyerek önce  L’Humanité’ okurlarını ikna etmeye çalışıyordu.
PCF(Fransız Komünist Partisi) de bu yazıyı yayın organında yayınlayarak aynı fikirde olduğunu beyan etmiş oluyordu.

Bu günkü Sarı Yeleklerin direnişi aslında, -şimdi TiSA'ya dönüşmüş olan- küreselleşmenin somutlaşması anlamındaki GATS ve benzeri anlaşmalarının yaşamlarına olan etkisidir.
Tıpkı Türkiye Solu gibi Fransız Solu da Küreselleşmenin (siz ona 'Küreselleş(tir)me' deyin) haltında inci aramakla meşgul olduğundan emekçi ve yoksulların "ulusal pazarının" yok olmasının ne anlama geldiğini görmedi bile.

Ancak; "olgular algılardan bağımsızdır". Siz görseniz de görmeseniz de ortaya çıkar.
Tıpkı Gezi Direnişi gibi, tıpkı Sarı Yelekliler gibi...

Sarı Yelekliler direnişi yıllar sonra bizlere, "Gezi Direnişi aslında neydi" sorusunun yanıtını veriyor.
Ama aynı zamanda Gezi Direnişin yegane meyvesi olan Haziran Hareketinin, bizzat 'komünistler' ve 'devrimciler" tarafından ustalıkla kadükleştirilmesi de Sarı Yeleklilere birkaç yıl sonrası için bir uyarıdır.

Bana gelince kendi çapımdaki yetenek, birikim ve imkanlarım çerçevesinde yırtındım durdum.
Bakın, "EMEKÇİ ULUSLAR ya da ULUSLARIN EMEKÇİLEŞMESİ" adlı, Temmuz 2016'da yayınladığım yazımda neler demişim.

"...
Ancak Avrupa'da son günlerdeki toplumsal gelişmelere biraz dikkatli bakarsak bu sürecin orada da aynı temelde işlediğini görürüz.
Küresel Kapitalizmin sömürüyü -gelişmiş veya gelişmemiş fark etmeksizin- tüm ülkelere yayması ve derinleştirmesinin tetiklediği bir süreç bu.
Bu süreç tüm pazarları birleştirip, kaynaştırıyor ve doğal olarak ulusal pazarları da bünyesinde eritiyor.
Bu pazarlar arasında çalışanlar ve ufak sermaye grupları için ülkenin gelişmişliğine paralel olarak ayrıcalıklı olan pazarlar da var.
Küresel Kapitalizm bu pazarları kaynaştırıp, bünyesinde eritirken çok doğal olarak ayrıcalıkları da yok ediyor.
Yani gelişmiş ülkelerde de emekçi ulusların oluşması söz konusu.
Bu sürecin bize şoven görünümlü ilk yansımalarına kanmamak lazım… Avrupa ülkelerindeki sağ partiler bu sürecin asıl tetikleyici etkeni olan, Küresel Kapitalizmin gelişimini ve içselleşmesini göz ardı ederek, kendileri için daha kolay siyasi rant alanı olan şovenizmi pompalıyorlar.
Sorunu mülteci karşıtlığı, İslamofobi, vb. üzerinden gündeme getirerek, Küresel Kapitalizm etmenini gizlemiş oluyorlar.
Ne yazık ki Avrupa sosyalistleri de aynı aymazlık içinde.
Tüm dünyada yaygın bir moda olan, solculuğu ve sosyalist mücadeleyi etik bir mücadele alanı olarak görmekten vazgeçtiklerinde bu mücadelenin özünün sınıf mücadelesi olduğunu anladıklarında sağcı, faşist partilere siyasi rant alanı kalmayacaktır.
Şu an Küresel Kapitalizmin eşitsiz gelişiminin ve vatandaşı oldukları ülkelerinin de dahil olduğu Emperyalist müdahalelerin açtığı mültecilik gibi bir insani yaraya merhem sürüp, üflemekle yetiniyorlar.
Kapitalizme ve kendi emperyalist devletlerine karşı mücadele etmiyorlar. (Aynı tavrı Türkiye'deki müsveddeleri de gösteriyor)
Ama tıpkı “enerjinin sakımı kanunu” gibi sınıf kavgasının da sakımı kanunu var.
Sınıf kavgası bilinçlerde ne kadar törpülense yaşamdaki varlığı yok edilemiyor.
Fransa, İngiltere, Almanya, Belçika gibi ülkelerde emek hareketleri ve grevler kendini gösteriyor.
Avrupa’da ABD ile AB arasında imzalanması planlanan Transatlantik Serbest Ticaret ve Yatırım Anlaşması’na (TTIP) karşı geniş bir mücadele yürütülüyor. Yakın zamanda Almanya’nın Hannover kentinde, sendikalar, küreselleşme karşıtı parti ve kurumlar, Transatlantik Anlaşması’na karşı on binler yürüdü.
Bunu şoven bir kalkışma olarak göremezsiniz. Aynı mücadele Avrupa’nın değişik ülkelerinde birlikte yükseliyor.
Bu ülkelerde de artık Emekçi Uluslar ortaya çıkıyor. Küresel Kapitalizme karşı varlıklarını korumaya çalışıyorlar...
ABD ile AB arasında imzalanması planlanan Transatlantik Serbest Ticaret ve Yatırım Anlaşması (TTIP) emekçilerin ulusal çapta direnişine yol açarken artık küresel sermayenin bir parçası olan ülkenin egemen sermayesi ve devletleri tarafından destekleniyor.
Yakında bütün Avrupa ülkelerini saracağını düşündüğüm bu direnişlerin iki önemli özelliği var; ulusal ve emek tabanlı...
Yani tam anlamıyla Emekçi Ulusların direnişi...
Emekçilerin bu dinamizminin Avrupa sosyalistlerini de etkileyecektir.
Ben bu ülkelerde yükselen mücadelenin önemli bir potansiyeli barındırdığını düşünüyorum.
Emekçi tabanları şovenizm ve budunculuk bataklığına düşmelerini engelleyecektir.
Küresel Kapitalizm gibi bir ortak düşman, Emekçi Ulusların ortak mücadelesini de getirecektir.
Bu ülkelerde işçi sınıfının örgütlü ve güçlü olması, ötesi bilinçli olması Emekçi Ulusal bilincin gelişimini kolaylaştırıyor, hızlandırıyor.
..."
Bkz.:
https://nadioztufekciyazilari.blogspot.com/2016/07/emekci-uluslar-ya-da-uluslarin.html

Bir yandan Emekçi Uluslar ortaya çıkıp kendilerini dünyaya ilan ederken Küresel kapitalizm de boş durmayacaktır.
Dikkatli olmak gerek!
Umarım yanılırım ama, böylesi direnişleri "Milliyetçi Enternasyonal" olarak yaftalamaya hazırlanıyor.
Büyük ihtimalle Türkiye Solunun önemli bir kesimi de buna teşne olmaya hazır.
Oysa ufukta "EMEKÇİ ULUSLARIN KARDEŞLİĞİ" gibi yepyeni ama bir o kadar da tanıdık ve kadim bir "enternasyonal" görünüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder